Tam tarihi hatırlamamakla birlikte Belçikalı bir dostum Türkiye'ye beni ziyarete gelmişti. Doğal olarak İstanbul'un tarihi ve turistik mekanlarını kendisine gezdirdim. Mısır çarşısı'nın önünde alışverişimizi yapmış diğer arkadaşları beklerken Filip bana şöyle bir cümle kurdu "dostum istanbul'la ilgili neyi fark ettim biliyor musun burada düzen yok, daha doğrusu biz belçikalıların anladığı şekliyle bir düzen yok. Tam bir kaos hakim. Sizler kaos üstüne bir düzen kurmuş durumdasınız. Bizim düzenimizi buraya getirmeye kalksak tam bir kargaşa yaşanır." Tabii Ben hiçbir zaman duruma bu şekliyle bakmamıştım. Filp söyledikten sonra etrafı tekrar gözlemleme ihtiyacı duydum ve haklı olduğunu gördüm. Hakikaten kaos üstüne düzen kurulmuş gibiydi.
Son zamanlarda yapılan ülkelerdeki mutluluk endeksi çalışmalarında halkın yüzde doksanının Türkiye'de birbirine güvenmediği ve bu %90'ın büyük bir kısmının mutsuz olduğuna dair istatistik sonuçları yayınlandı. Bir şekilde birlikte yaşadığımız insanlar birbirine güvenmiyor ve sürekli bir kaosla besleniyor.
Güvensizliğin ve kaosun bu kadar yüksek olduğu bir toplumda mutluluğun olması ihtimali de tabii ki düşük.
Tabii ben mesleğin icabı olarak birçok farklı sektörü ziyaret ediyorum. Eğitim sağlık ticaret ve daha birçok alanla ilgili iş yürüten kurumları ziyaret ettiğimde sürekli bir kaos güvensizlik ve gerginlik ortamı görüyorum. Belli bir süre sonra fark ettim ki ben de bu olumsuzlukları içselleştirmişim. Güvenini yitirmiş ve kaosla beslenen toplumun bu doğrularına ayak uyduran bir birey haline gelmiş. Amiyane tabiriyle üzüm üzüme baka baka kararır olmuş.
40 yaşına dayanmış bir insan olarak ülkemde mutsuz olmamın temel sebebi olarak insanların tahayyül ettiği o düzeni kuramamış olmalarına dayandırıyorum. Hukukta sağlıkta eğitimde herkes sıra katma derdinde ve herkes birbirinin hakkını yiyerek bir yerlere gelme derdinde. Ancak bu herkes aynı zamanda kul hakkından hukuk devletinden adalet ve eşitlikten yüksek sesle den vurmakta. Güzel bir atasözü var ya" Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu."
Tabii bu durumun psikologlar ve sosyologlar tarafından ciddi olarak araştırılması gereken bir durumdur. Öyle ki birbirine güvenmeyen bireylerin oluşturduğu toplumların millet olma ve buna bağlı olarak devlet olma kabiliyeti de zayıflamış olur. Biz birbirimize olan güvenimizi hukukun üstünlüğü üzerine kurmuş olduğumuz düzeni ne zaman nasıl ve niçin kaybettik bunları derinlemesine araştırıp, mümkünse tedavisini bulup uygulamamız gerekir.
Eğer bunu yapmazsak trafikte birbirine dalaşan insanları, gecenin bir yarısında yüksek korna sesleri ve müzik sesleri ile gezip toplumu rahatsız eden insanları ve buna bağlı olarak çatışanları, alışveriş yaparken sıramızı gasp eden insanları yoğun bir şekilde görecek ve bir kavga ortamına istesek de istemesek de girmek zorunda kalacağız.
Kaos, gerginlik ve güvensizliğin olduğu bir ortamda bizim sağlıklı ve mutlu olma ihtimalimiz de maalesef yok.
Temel olarak sükunet en büyük ilaçtır. Ancak ahlaken çökmüş olan bir toplumda sükunet ne kadar mümkündür????